Essaouirra
‘İyi tasarlanmış‘ anlamına gelen Essaouira, 18. yüzyılın sonlarında kuruldu. Ancak, ‘Mor Ada’ olan Magador, çok uzun zamandan beri ilgi çekmekteydi. Fenikeliler, Giritliler, Yunanlılar ve Romalılar burada nadir bulunan bir yerel deniz salyangozunun kabuğundan türetilmiş, seçkin kişiler tarafından sevilen mor boya için geliyordu.

Essaouira Siyah Afrika kölelerinin, Amerika’ya açık artırmayla satıldığı çok büyük bir köle pazarının olduğu bir limandı. Aynı zamanda Essaouira Timbuktu ile ticaret için güvenli bir limandı.
Essaouira stratejik bir konumda yer alıyor
Son iki yüzyıl boyunca şehri; Arap, Berberi, Yahudi, Afrika ve Avrupa kültürlerinin bir kapta eriterek ilgi çekici, kozmopolit bir yere çeviren Fas hükümdarı Sultan Sidi Mohamed ben Abdellah’tır.

Sultanın geniş bir dünya görüşü vardı. Fransızlardan bir yıl önce Amerika Birleşik Devletleri’ni tanıdı ve onların Atlantik okyanusundaki ticaret gemilerini korumuştur. Böylece Amerika tarihinde, ilk ve en eski dostluk antlaşmasının Fas ile yapmıştır. Yani Sam Amca’nın ilk uluslararası müttefiki bir İslam ülkesiydi. Sultan, Essaouira’yı ülkesinin diğer kültürlerle eşsiz bir temas noktası; elçiler ve tüccarlar için bir merkez olarak öngörüyordu.

Sultan bugünkü Essaouira’yı inşa ettiriyor
Portekizliler, 1506 yılında Essaouira ‘ya bir kale inşa etmiş; ancak birkaç yıl sonra terk etmiştirler. Şehri sıfırdan tasarlaması için seçkin bir mimar olan Fransız Nicholas Théodore Cornut’u davet etti.

“Porte de la Marine”.Liman girişi, “İngiliz Ahmed” veya Ahmed El Alj (“Renegade Ahmed”) isimli bir din değiştirmiş İngiliz mimar tarafından yapılmıştır.
Cornut, çok daha geniş bir kale oluşturmak için buradaki Portekiz kalesinden materyaller kullandı. Vauban’ın Saint-Malo’daki klasik tasarımından büyük ölçüde etkilendi. Özellikle denizden bakıldığında çok benzemektedir.

Bu yüzden, bir Atlantik fırtınasında, dalgalar siyah kayalıklara çarparken Essaouira’nın borj adı verilen kalesine sığınırsanız eğer buranın tıpa tıp Breton adasının kalesine benzemesine şaşırmayın.

Cornut’un inşa ettiği şehrin burçlarına rampalardan çıkıp, burçlar arasındaki geniş alanlarda yürüyüp labirent sokakları yukarıdan izlemeyi ihmal etmeyin.

Cornut Fas’ın geleneksel mimarisini ” Izgara (grid) plan”ile birleştirdi. Medineyi çeyrek parçalara ayırdı. Bu plan sayesinde medinenin bal peteği tünellerinden geçip birbirine kavuşan caddelerde aradığı bulmak kolaydır.

Geleneksel bir yaşam ve mimari
Essaouira’da bazı mahalleler, kentin kuruluşundan bu yana sahip oldukları işlevleri koruyor. Bu, özellikle medinenin kalbini oluşturan Pazar yerleri için geçerlidir.

Souk denilen geleneksel Pazar sokakları ve yemek yenilen sokaklar kentin tarihini ve hareketli çağdaş yaşamını keşfetmeye başlamak için iyi bir yerdir. Fes ya da Marakeş’in göz korkutucu devasa pazarları kadar karmaşık ve derin değildirler.

Burada her şey göze çok hoş geliyor. El sanatları, süs eşyaları, gümüşçüler, deri malzemeri, ev eşyaları, tuya ahşabı dükkanları, tatlılar, baharatlar…

Sokaklarda dolaşırken satıcılar tarafından rahatsız edilmeden ve satış baskısı görmeden sokaklarda sakin sakin dolaşıp, dükkanları gezebilirsiniz. Esnaflar genellikle turistlere kayıtsız görünüyor. Düzenli olarak hizmet vermeye özen gösteriyorlar.

Burada, çeşitli geleneksel kıyafetler giymiş birçok insanı dükkanlarda ve sokaklarda gördüğünüzde, geçmişten bu yana hiçbir şeyin değişmediği izlenimine kapılırsınız. Fas’a özgü bu kültürel doku sizi büyüler.


Gnaoua müzik festivali

Gnaoua olarak bilinen Fas’in ünlü müzik festivali her yıl haziran ayında Essaouira’ya 500.000 müzisyeni ve hayranı çekiyor. Ortalama 3 gün süren bu festival zamanında bütün oteller ve pansiyonlar doluyor, fiyatlar 3 katı kadar pahalı oluyor.

Festivalde dünyanın her yerinden katılan ünlü ve amatör müzisyenler sahne alıyor. Gnaoua’yı rock, caz ve çağdaş müzikle gibi diğer türlerle birleştirilen bu festival izleyicilere başka hiçbir yerde göremeyecekleri müzik ziyafeti sunar.

Ticaret merkezi olan önemli bir liman
Sultan Essaoira’yı ticaret açısından stratejik bir önem kazanması için Avrupa ve Amerika ticaretini Fas’ın diğer şehirlerinden bloke ederek, bütün uluslararası ticareti bu limandan kontrol altına almaktı. Bu sayede Essaouira çok kültürlü bir yer halini aldı ve bu süregeldi. Burada eskiden Avrupa konsoloslukları olması; sadece camiler değil, sinagoglar ve kiliselerin de bulunması bu durumu açıklar niteliktedir.

Yahudiler ve Mellah mahalleri
Essaouira’daki Sinagog, 1492’de hem Müslümanların hem de Yahudilerin İspanya’dan çıkarılmasından sonra hızla genişleyen Fas’taki çok eski bir Yahudi varlığını hatırlatıyor. Sultan, binlerce Yahudi zanaatkarı medyanın ‘Mellah’ mahallesine yerleşmeye teşvik etti ve ayrıca ülkenin varlıklı Yahudi ailelerini uluslararası ticaret yapmaları için Fas’a davet etti. Bir asırdan fazla bir süredir bu şehirde neredeyse Müslüman kadar Yahudi vardı ve topluluklar arası ilişkiler genellikle samimiydi.

Essaouira’nın ticari statüsünün azalmasıyla birlikte buradaki Yahudi cemaati de azaldı. Yerel Siyonizm karşıtı bir artışa paralel olarak yeni İsrail devletinin çekiciliği, bu çıkışı 1960’ların sonlarında neredeyse tamamladı. Bugün az da olsa şehirde hala Yahudiler yaşamaktadır. Kentin Yahudilerinden biri olan Josef Sebag’ın kitabevinde, Kasbah mahallesinin kenarında geçmişin birçok yankısını bulabilirsiniz.

Orson Welles, “Othello” filmi ve Jimi Hendrix “Castles in the Sand”
Orson Welles, Othello filmini buradaki surların üstünde çekti. Jimi Hendrix, Essaouira’yı kısa bir ziyaretle şaşırttı ama söylenilenin aksine, buradaki Diabat köyünde hiç yaşamamış.

Birçok insan, Kumdaki Kalelerinin, “Castles in the Sand” köyün yakınındaki Atlantik dalgaları tarafından aşınmaya yüz tutmuş dramatik Borj Baroud kalıntılarından esinlendiği hikayesine düşmüştür. Ancak gerçekler bu masalı bozuyor; bu şarkıyı buraya gelmeden çok önce kaydetmişti.
